29 Nisan 2009 Çarşamba

SENDİKACILIĞIN BELGESİ


http://www.birgun.net/writer_2005_index.php?category_code=1186602856&news_code=1126140164&year=2005&month=09&day=08


AZİZ ÇELİK KÖŞE YAZILARI
GÜDÜMLÜ SENDİKACILIĞIN BELGESİ
03:42 08 Eylül 2005


Geçen hafta "Devlet kesesinden sendikacılık" başlıklı yazımda kamu çalışanları sendikaları nın üyelik aidatlarının devlet tarafından ödenmesine yönelik düzenlemeyi eleştirmiştim. Bu düzenlemenin yaratacağı güdümlü ve kof sendikacılığa dikkat çekmiştim.

Aradan birkaç gün geçmedi pazarlığın bütün detayları ortaya çıktı.

Gazeteci Emin Pazarcı 3 Eylül 2005 tarihli Tercüman Gazetesi’nde "5 YTL’nin gücü" başlıklı yazısında gizli pazarlıkları gün ışığına çıkararak Türkiye çalışma hayatı ve sendikacılık tarihine büyük bir katkı yaptı.

Devlet kesesinden sendika aidatı operasyonunun asıl amacının KESK’i yetkisiz bırakmak olduğu ortaya çıktı.

Okumayan, duymayan ve tarihi bir belge olarak saklamak isteyenler için Emin Pazarcı’nın bu tarihi yazısını aşağıda aktarıyorum.

"5 YTL'nin gücü"

Pazarlıklarda son güne gelinmişti. Bütün memurlar, geçtiğimiz pazartesi günü saat 14:00'te yapılacak toplantıyı bekliyorlardı. Bir telefon trafiği başladı...

Ak Parti Genel Merkezi devreye girdi.

KamuSen yetkilileri, saat 10:00'da Balgat'taki Ak Parti Genel Merkezi'ne geldiler. Genel Başkan Yardımcısı Şükrü Ayalan'ın odasına girdiler.

Kamu Sen Genel Başkanı Bircan Akyıldız, ''MemurSen pasif kalıyor'' iddiasında bulundu:

-KESK'in size karşı tavrı ortada. MemurSen de onlarla etkili mücadele edemiyor. KESK'e karşı bir tek KamuSen mücadele edebilir. Ancak, bizim bu mücadeleyi verebilmemiz için de desteğe ihtiyacımız var.

Ayalan sordu:

-Ne tür bir destek istiyorsunuz? Akyıldız cevap verdi:

-Türkiye'de sendika üyesi olan memurla olmayan arasında hiçbir ücret farkı yok.

Bu da sendika üyeliğini olumsuz etkiliyor. Doğal olarak pek çok memur sendikaya üye olmuyor.

Çünkü, üyelik aidatı verseler de vermeseler de aynı haklardan yararlanıyorlar.

Akyıldız, bu durumun tabanda yakınmalara sebep olduğunu söyledi.

Sendika üyesi memurlara ek ödeme yapılmasını istedi.

Ardından da teklif somut hale getirildi:

1) Sendikaya üye olan memurlara sendika ikramiyesi verilsin.

2) Bu da olmazsa, memurların sendikalara ödedikleri aidatları devlet karşılasın. Maaşlarına ödedikleri aidat kadar ek ödeme konulsun.

Ayalan teklife sıcak baktı... Konfederasyon yetkililerinin yanında Devlet Bakanı Mehmet Ali Şahin'i aradı:

-Arkadaşlar yanımdalar. Bugün yapılacak son toplantıda uzlaşma arzuları var. Getirdikleri talebi ben makul karşıladım.

Hükümet de bu talebe ''tamam'' dedi...

Aynı gün saat 14:00'te de memurlarla Hükümet arasındaki ''mutabakat metni'' imzalandı. Eğer Kamu-Sen'in talebi karşılanmasaydı, imza sıkıntıya girecekti.

Mutabakat metni ortada: Düğümü, sendika üyesi memurlara verilen 5 YTL çözdü. Çünkü, üyelik desteği için memur başına sadece 5 YTL ayrıldı. 5 YTL ile iki paket sigara bile alınmıyor. Ama yaptığı iş büyük! Üyelik aidatları devlet tarafından karşılandığı için, doğal olarak sendika üyesi memurların sayısı artacak.

En azından sendikaların üye sayısındaki erime sona erecek.

Olayın perde arkasında ise, çok önemli bir hesap daha var...

Bugün, memurların sadece yüzde 50' si sendikalı. Yarısı da sendika dışında.

Sendikasız memurların büyük bölümü sol görüşlü değil. Siyasi tercihleri farklı yönlerde. Durum bu olunca, KESK dışındaki sendikaları tercih edecekler.

Büyük bir bölümü Kamu-Sen veya MemurSen'e kaydını yaptıracak KESK gerileyecek..

Diğer memur sendikaları atağa geçecek.

5 YTL, mevcut tabloyu KESK aleyhine iyiden iyiye artıracak.

Üstelik, şimdilik memur maaşlarına en azından böyle bir kalem girmiş oldu.

Sendikalar, önümüzdeki dönemde bastırıp, bu miktarı daha da artırabilirler. Gördünüz mü 5 YTL'nin gücünü?

Koskoca bir sıkıntıyı çözdü ve Hükümet’i rahatlattı."

……….

Uzun söze gerek yok. Güdümlü sendikacılığın belgesi her şeyi anlatıyor.

Artık 2006 toplu görüşme dönemindeki hedef, sendika genel merkezleri için Başbakanlık binasında; sendika şubeleri için valilik binalarında yer istemek olur.
MEMURA SADAKA GİBİ ZAM


İslamda sadaka, müminlerin zekât konusunda Allah ın emirlerine uymada sadakatlerini gösterir. Çoğulu sadakattir. Sadaka kavramında üç temel özelliğin bulunması gerekir: İhtiyaç, mülkiyetin nakli ve temlikin Allah için olması. Ancak halk arasında sadaka dendiğinde dilenciye verilen küçük paralar anlaşılır.

Geçen hafta memur sendikalarıyla hükümet arasındaki toplu sözleşme sonucunda ortaya çıkan zam oranı İslami anlamda değil de, halk arasındaki anlamıyla sadakaya benzedi. Çünkü son derece yetersiz..

2009 yılında memur maaşları yüzde 8.7 zam görecek. Bu artış sendikaları tatmin etmiş görünse de memuru tatmin etmesi düşünülemez.

Memurların yoksullaşma süreci karşısında hükümetlerin hiçbir şey yapmadığı ortada. Hele son krizde büsbütün yoksullaştılar. Yanlış fiyat endeksleriyle ayarlanan zam oranları ve refah payının verilmemesiyle memurlar toplumda sürekli göreli bir yoksullaşma yaşıyor.

2007 yılında enflasyon yüzde 8.4 olmuştu. O yıl memurlara yüzde 12.2 zam yapıldı. Sanılabilir ki, memurlar zenginleşti. Oysa aynı yıl ülke ekonomisi yüzde 4.5 büyümüştü. Bu durumda memurların refahı ancak yüzde 13.3 zam yapılsaydı korunacaktı.

2008 yılında enflasyonun yüzde 9.5 -10.0 kadar olacağını bekliyoruz. Büyüme de yüzde 3.5 kadar olabilir. Bu durumda memurların salt ve göreli refahlarını korumak için yüzde 14 kadar zam alması gerekir. Oysa verilen zam yüzdesi bunun çok altında (yüzde 7.6) kaldı... Memurlar 2008 yılında yoksullaşmış olacak.

Gelelim 2009 yılına. Memur maaşlarının enflasyon beklentisine göre ayarlandığını biliyoruz. Bizce 2009 yılı enflasyonu yüzde 5-6 arasında olabilir. Yüzde 8.7 lik zam da ilk bakışta olumlu gibi görünebilir. Ama refah payı da hesaba katıldığında (ki 2009 yılı büyüme beklentimiz yüzde 5 gibi duruyor) yüzde 10 un üzerinde bir zam gerekiyor. Peki bu yapıldı mı?
Hayır!



Bırakınız geçmişten gelen zararların zaman içinde telafi edilmesini, mevcut durumda memurlara refah payı verilmediği gibi, kimi zaman enflasyonun bile altında kalan zamlar yapılıyor.

Tablo açıkça gösteriyor ki, memur zammı son üç yılda hiçbir durumda memurun toplumdaki yerini korumamış. 2008 yılında enflasyona karşı korumamış. 2007 ve 2009 yıllarında da memurlar genel refah artışından pay alamamış. Bırakınız geçmişteki zararların telafisini.

Peki, memurun hakkını kim koruyacak? Ya oy verdiği hükümet, ya da kaydolduğu sendika. Aslında ne güzel değil mi? Ancak tam tersi oluyor.

Sendika hükümetle arası bozulmasın istiyor. Yani aslında memurdan yana değil. Hükümet de IMF ve mali piyasalarla arası bozulmasın istiyor. Böyle olunca memur da öksüz kalıyor. Öksüz ve yetime de sadakadan başka bir şey düşmüyor.

Hurşit Güneş,
Milliyet Gazetesi, 2 Eylül 2008)

EMEĞİN DEĞERİ

Emeği (işçiyi) üretim sürecinin kullanıp atılabilen, aynı zamanda kolayca yerine yenisi konabilen değersiz bir nesne gibi görmek, kapitalizmin ilk yıllarından bu yana görülen bir durum. Ancak asıl önemli olan nokta, sermayenin artı değeri üreten canlı emeğin birikmesiyle oluşuyor olması.

Nitekim Marx sermayeyi,ücretli işçilerin sömürülmesi yoluyla artı değer getiren değer olarak tanımlıyor. Marxa göre sermaye, ancak canlı emeğin sömürülmesi yoluyla vampir gibi canlanan ve ne kadar çok emerse o kadar çok yaşayan cansız emek demek.

Kapitalizm koşullarında işçilerin yaşamak için emek güçlerini satmaktan başka çaresi olmaması, patronları işçilere karşı acımasız davranmaya iter.

Ancak bir taraftan işçilerin çalışma koşulları sürekli ağırlaşırken, diğer taraftan işçilerin ve işsizlerin hayatta kalması, gerek duyulduğu zaman çalışmaya hazır olmaları gerekir. Çünkü ekonomilerin canlandırılması, üretim araçlarını tam kapasitede çalıştırabilmek için fazladan emek gereklidir. Bu nedenle her zaman bir güvence olarak yedekte tutulan büyük bir emek ordusu (işsizler) vardır. Yedek emek ordusu, üretimin en önemli ve değerli öğesi olmasına karşın, çalışır haldeki emeği sürekli tehdit eder, onun değerini ve pazarlık gücünü düşürür.

Kapitalizmin mutlak sömürü temelli genel yasalarının güçlü bir toplumsal karşı koyuş olmaksızın işleyişi, emek üzerindeki baskı ve denetimi her düzeyde arttırıyor. Bir tarafta artan kâr oranları, zenginlik ve refah; diğer tarafta kuralsızlık, güvencesizlik, yoksulluk ve sefalet. İşsizlik artışı, aşırı çalışma, kayıt dışılık, ücretlerin erimesi, sosyal hakların tasfiyesi gibi gelişmeler bu nedenle son yılların en çok tartışılan konuları.

Bilimde ve teknolojide devrim niteliğinde gelişmeler yaşanması, üretimde gelişmiş makineler ve bilgisayarların kullanılması nedeniyle artık işçilere eskisi kadar ihtiyaç olmadığı iddialarına rağmen, çalışma süreleri uzuyor, işçilerin çalışma temposu (moda ifadeyle performansı) sürekli artıyor. Yüzyıllar süren sınıf mücadeleleriyle kazanılan sendikal örgütlenme, grev ve toplusözleşme hakkı, 8 saatlik işgünü, ücretli izinler, iş güvencesi, sosyal güvenlik hakkı, işçi sağlığı ve iş güvenliği tedbirleri, kadın ve çocukların çalıştırılmasına yönelik sınırlamalar vb çok sayıda kazanılmış hak hedefe konmuş durumda.
Sermayenin ilk andan itibaren yapmakta olduğu ve son yıllarda daha hızlı yapmaya çalıştığı en önemli şey, artı değer oranını yükseltmek ve sermaye birikimi istikrarını sağlamak için ne mümkünse yapmak. Bunun için eline geçen her fırsatı sonuna kadar, kimsenin gözünün yaşına bakmadan kullanıyor. Bu durum, düşük ücretler, çalışma koşullarının ağırlaştırılması ve işçilerin kazanılmış hakları üzerinde ciddi bir tehdit ve baskı yaratıyor.

Sürekli yükselen işsizlik oranları, güvencesizlik, kuralsızlık ve örgütsüzlük nedeniyle emeğin değeri sürekli olarak düşüyor. Değersizleşen emek kendini, piyasanın ve rekabetin acımasız dişlileri arasında güçsüz ve çaresiz hissediyor.

Çalışırken kendisine ne söylense, ne kadar sert davranılsa sesini çıkaramıyor. Gerçek anlamda ücretli bir köle olmasının gereği olarak patronun her dediğine boyun eğiyor. Bir taraftan da piyasada onca işsiz varken çalışma şansına sahip olduğu için kendisini şanslı sayması propaganda ediliyor.

Sermayenin geleceğe yönelik planlarını, yeni saldırı hazırlıklarının boyutlarını yakın geçmişe bakarak tahmin etmek zor değil. Bugünden açıkça görünen bir gerçek var ki, işçi sınıfının ve emek örgütlerinin bugünkü dağınık, istikrarsız ve ne yapacağını bilmez yapısı devam ettikçe, hem emeğin değeri azalmaya devam edecek, hem de her geçen gün bir öncekini mumla arayacağız.

Yine de koşullar ne kadar kötü olursa olsun, yaşanan olumsuz gelişmeler işçileri, somut talepleri etrafında birleştiren ve onların bir sınıf olarak örgütlenmesini kolaylaştıracak çok sayıda olanak da yaratıyor.

Önemli olan bu olanakları doğru ve zamanında değerlendirmek. Tıpkı kapitalizmin ilk yıllarından itibaren sürdürülen sınıf mücadeleleriyle işçi sınıfının haklarını patronlardan söke söke alması gibi, bugün de sermayenin saldırılarına karşı örgütlü ve birleşik bir direniş hattı oluşturulabilirse, yaşanan olumsuzluklar tersine çevrilebilir.


Erkan Aydoğanoğlu
EĞİTİM-SEN Sendika Eğitim Uzamanı

erkanaydogan@gmail.com

GÖZLEM / Evrensel



DEVLET KESESİNDEN SENDİKACILIK:

Bu konuda daha önce de birkaç yazı yazmıştım. Konu yine gündemde. O halde fikri takibe devam edelim. Kamu çalışanları sendikalarının grevsiz-toplu pazarlıksız toplugörüşmeleri hükümetle çay-kahve içme toplantıları bitmek üzere.

AKP hükümetiyle 6. kez yapılan toplugörüşmeler iyice anlamsızlaşmış durumda. Kamu çalışanlarının uluslararası hukuk ve Anayasanın 90. maddesinden kaynaklanan grevli toplusözleşmeli sendikal haklarını tanımak konusunda kılını kıpırdatmayan ve yıllardır sendikaları oyalayan AKP yine aynı yöntemi uyguluyor. Bu yüzden KESK toplantıları protesto ediyor ve katılmıyor; grevli, toplusözleşmeli sendikal hakların hükümetçe kabulünü istiyor. Kamu-Sen ve Memur-Sen ise masada.

Malum, masada hükümet ne derse o olacak! Hükümetin gelirler politikasının temel esaslarının ve sınırlarının ise piyasalar tarafından çizildiği sır değil. Grevsiz-toplusözleşmesiz toplu sohbetlerle bu sınırları değiştirmek, kamu çalışanlarının taleplerini gerçekleştirmek hayal gibi.

Ancak görüşmelere katılan iki konfederasyonun hükümetten ilginç bir başka talebi var ki sonuç alması mümkün gözüküyor! Aslında bu talep yeni değil. 2005 yılında Kamu-Sen ve Memur-Sen tarafından gündeme getirilen ve hükümetçe kabul edilen bu uygulama ile fiilen kamu çalışanlarının sendika aidatları devlet tarafından ödeniyor. 29 Ağustos 2005 tarihinde Kamu-Sen ve Memur-Sen tarafından imzalanan toplugörüşme mutabakat metninin 4. maddesi ile Sendika üyesi olan personele sendika aidatlarından kaynaklanan kayıplarını telafi amacıyla aylık 5 YTL ilave ödeme yapılmasını sağlayacak düzenlemeye gidilmesi öngörülüyordu.

Nitekim bu mutabakat metni 21 Mart 2006 tarih ve 5473 sayılı yasa ile uygulanmaya başlandı. Yasanın ek 4. maddesi kamu görevlileri sendikasına üye olup, kendisinden üyelik ödentisi kesilen kamu görevlilerine, anılan kesintinin yapıldığı her ay için 5 YTL tutarında sendika ödeneği verilir” hükmünü içeriyor.

Şimdi Kamu-Sen ve Memur-Sen bu sendika ödeneğini artırmanın pazarlığını yapıyor. Kamu-Sen sendika ödeneği miktarının brüt asgari ücretin 1/12 si oranına (yaklaşık 50 YTL); Memur-Sen ise aylık katsayısının 500 gösterge rakamıyla çarpımı sonucu bulunacak miktara (yaklaşık 25 YTL) yükseltilmesini istiyor.

Bilindiği gibi kamu çalışanları sendikalarının aidatları binde 5 civarında. 5 YTL iki üç yıl önce binde 5 lik sendika aidatlarını karşılar durumdaydı. Şimdi ise karşılamıyor. O yüzden sabit miktar yerine devletten sağlanan sendika aidatlarını bir orana ve katsayıya bağlamak istiyorlar. Akıllıca bir sendikacılık !

Kamu-Sen ve Memur-Sen sendika ödentisinin devlet tarafından sendikalara ödenen bir para olmadığını, bunun yanlış bir kanaat olduğunu ve bu ödeneğin doğrudan sendika üyelerinin cebine gittiğini iddia ediyor ve sendika ödeneğinin adının toplugörüşme ikramiyesi veya toplugörüşme primi olarak değiştirilmesini istiyor.

5 YTL konusunda eleştiriler artınca ve devlet kesesinden sendikacılığı açıkça savunmak mümkün olmayınca şimdi minareye kılıf, isim değişikliği aranıyor. Oysa Kamu-Sen ve Memur Sen tarafından imzalanan protokolde yer alan ifade açık:

Sendika üyesi olan personele sendika aidatlarından kaynaklanan kayıplarını telafi amacıyla 5 YTL ilave ödeme yapılması. Adına ne denirse densin mesele devlet kesesinden aidat sağlamaktır. Artık bu minareyi herhangi bir kılıf örtemez. Devlet sendika üyesine sendika veya toplugörüşme ödeneği verecek ve böylece sendika üyeliği nedeniyle maaşlarda bir düşüş olmayacak. Zaten sendika aidatları maaşlar ödenirken ilgili kurum tarafından kesilip sendikalara aktarılıyor.

Kamu çalışanlarının işvereni devlettir, siyasal iktidardır. Kamu çalışanları sendikalarının muhatabı bir işveren olarak devlettir. Sendikaların görevi, siyasal iktidarla mücadele ederek, pazarlık ederek, güçlerini ortaya koyarak hak almaktır. Sendikalar hangi ad altında olursa olsun işverenden aidat talep ve/veya mali yardım talep edemez.

Sendika ile üye arasındaki en önemli bağlardan biri aidattır. Bu bağ koparsa sendikalar devlet dairesine döner. Sendikaların mali bağımsızlığı ortadan kalkarsa, devlet/işveren kaynaklarına muhtaç hale gelirlerse örgütsel bağımsızlıkları da ortadan kalkar, sarı sendika olurlar.

Öte yandan bu uygulama hukuksuzdur. Çünkü Kamu Görevlileri Sendikaları Kanununun 20. maddesi sendika ve konfederasyonların kamu makamlarından maddi yardım kabul etmesini yasaklamıştır. 5 YTL uygulaması özünde kamu makamlarından sağlanan bir yardımdır.

Sendika aidatlarının devlet tarafından karşılanması ILO ilkelerine de aykırıdır. ILO denetim organları vermiş oldukları kararlarda, sendikal örgütleri bir kamusal organın bağımlılığı altına sokan finansman sistemlerinin, kamu yetkililerinin karışmasına olanak verdiği için kaldırılmasını istemiştir.

5 YTL sendikacılığının nasıl ortaya çıktığını 1 ve 8 Eylül 2005 tarihli BirGün yazılarımda ayrıntılarıyla yazmıştım.

Gazeteci Emin Pazarcı, 3 Eylül 2005 tarihli Tercüman da 5 YTL lik sendika üyeliği ödentisinin hikâyesini; AKP yöneticileri ile Kamu-Sen arasında yapılan ve KESK i hedef alan pazarlığın perde arkasını cümle cümle yazmıştı.

Konu sadece sendikaların mali bağımsızlığının ihlali değil, hükümete rahatsızlık veren bir sendikal anlayışın cezalandırılmasıdır.

BİRGÜN GAZETESİ

Aziz Çelik (Birgün)

Hiç yorum yok: